Alışkanlıkların Tutsaklığı/Kitap Yorumu

 "Bir diğerinin budala ve kötü bir insan olduğunu ilan eden herkes, o insan en nihayetinde öyle olmadığını gösterdiğinde rahatsız olur."


Yazar: Friedrich Nietzsche
Çeviri: Gizem Topönder Çırakoğlu
Sayfa Sayısı: 101
Yayınevi: Zeplin Kitap


Friedrich Nietzsche felsefi kişiliği ve bakış açısıyla benim için her zaman merak uyandıran bir filozof olmuştur. Henüz okumak istediğim kadar kitaplarını okuyabilmiş değilim ama bu derleme onun dünyasına giriş mahiyetinde oldu. Alışkanlıkların tutsaklığı, Nietzsche'nin hayata, insanlığa, ahlaka, iyiliğe, kötülüğe, sevgiye, nefrete, arkadaşlığa, kadın- erkek ilişkilerine dair düşüncelerinin derlendiği ve başucu olabilecek bir kitap. Okumanızı öneririm, şimdiden iyi okumalar.

"Sevilme isteği kibirlerin en büyüğüdür." (Sayfa 7)

"Arkadaşsızlık, kıskançlığa ya da kibre işaret eder. Birçok insan arkadaşlarını, kıskançlığa sebebiyet vermeyen şansı durumlara borçludur sadece." (Sayfa 8)

"Bir polemiğe cevap vermenin her iki taraf için de en tatsız yolu, sinirlenip sessiz kalmaktır, çünkü saldırgan kişi sessizliği genellikle bir küçümseme göstergesi olarak algılayacaktır." (Sayfa 12)

Film Yorumu: Frances Ha

"Birbirini en çok sevenler birbirine en az benzeyenlerdir; herkes kendine benzeyeni değil, tam karşıtını arar; nasıl ki kuru ıslağı, soğuk sıcağı, tatlı acıyı, keskin körü, boş doluyu, dolu boşu ister; çünkü her şey kendi karşıtı ile beslenir; benzerin benzere hiç faydası yoktur." Şölen- Dostluk, Platon


Frances Ha
Yönetmen: Noah Baumbach
Türü: Dramatik komedi
Yapım Yılı: 2012
Oyuncular: Greta Gerwig, Mickey Summer, Michael Esper

Fragman:
Kendinizi hiç hayata geç kalmış, yetişememiş hissettiniz mi ya da çevrenizdeki insanlar bir şekilde işine, okuluna, aşkına tutunup yaşamına devam ederken sizin öylece durup onları izliyor oluşunuzu fark ettiniz mi?

İşte film tüm bu soruların arasında sıkışıp kalmış ve ne yöne gideceğini kestiremeyen Frances Ha'nın hikayesine tanık olma fırsatını bizlere sunuyor. Frances akıllı, yetenekli, okumaya meraklı, kariyerini dans etmek üzerine kuran ama bu dünya formlarına uymayan genç-yetişkin bir kadındır. Bunun yanı sıra 'çıkılamaz' diye tanımlanan, hayallerine erişememiş ve de hayata tutunamamış biridir. 

Belki de çoğumuzun uymak zorunda kaldığı bu düzene karşı koymak için çok iyi bir dansçı olmayı en büyük hayali yapmıştır, kim bilir?

New York'ta en yakın arkadaşı Sophie ile aynı evi paylaşan Frances, arkadaşının evden ayrılmasıyla büyük üzüntü duyar. Çünkü Sophie yanındayken onun şu anda hayatın neresinde olduğu pek de önemli değildir. Sophia'nın gidişiyle Frances gözlerini kendisine çevirir ve hayata bulunduğu yerden artık devam edemeyeceğini anlar. Böylece 27 yaşında ne artık genç ne de erişkin hisseden Frances Ha kendisini bir geçiş döneminde bulur ama çocuksu ruhu ve büyümeyi reddeden karakteri için bu bir işkence haline halini alır, sürekli bocalar. Sophie hayatını düzene koyup yaşarken Frances bir süre daha yerinde sayan ve bu ayrılıktan daha çok yara alan taraf olarak yaşar.


En dibi gördüğünde ise kendisi için bir şeyler yapmanın zamanı geldiğini fark eder ve o da kendi yolunda yürümeye karar verir.

Bu film bir insanın düştüğü yerden kendinden destek alarak ayağa kalkmasının sıcacık ve de hüzünlü hikayesini ele alıyor. Siyah-beyaz oluşuyla ve harika müzikleriyle film bir bütün içerisinde izleyicisiyle buluşmuş. İzlemenizi öneririm, şimdiden iyi seyirler.


"Etrafımızda başka bir boyut var ama bizde onları algılama yeteneği yok."   








Jane Eyre/Kitap Yorumu

"Kendimi umursuyorum ben. Ne kadar yalnız, ne kadar kimsesiz, ne kadar kolsuz kanatsız kalırsam kendimi o kadar sayacağım."


Yazar: Charlotte Bronte
Çeviri: Nihal Yeğinobalı
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı:626
Merhabalar, bugün benim için pek çok yönden özel olan bir kitapla geldim: Jane Eyre.

Victoria döneminde yayınlanan Jane Eyre, o döneme ait olan tabuları yıkmıştır. Kadınların kendilerine, mesleklerine, davranışlarına, yaşayış biçimlerine ilişkin olan ve kabul görmüş düşünceleri reddeden güçlü bir eser. Yazar Charlotte Bronte kadın yazarların pek hoş karşılanmamasından dolayı Currel Bell takma ismiyle eserini 1847'de yayımlıyor. Özellikle kadınları baskı altında tutan ve her yönden kısıtlayan o zamanda bile aklına, kalbine ve kalemine söz geçiremeyip Jane Eyre'i bizimle paylaşması hayranlık uyandırıcı.
Romantizmin önemli eserlerinden olan kitabın konusu, dili öyle samimi ki Jane Eyre'den kitap olarak değil de bir arkadaşımın hikayesi olarak bahsetmek geliyor içimden. Kitapta yazarın romana ara verip bizimle konuşması bunun en önemli sebeblerinden.

Jane Eyre'i anlatacak olursam. Jane daha küçük yaşında yetim kaldığı için amcasının himayesinde olan bir kızdır. Amcası ölünce vasiyeti üzerine bakımı yengesine kalır. Mrs. Reed (Yengesi) Jane Eyre'i hiç kabullenemez ve onu aptal, şımarık ve sorumsuz bir çocuk olarak görür. Bu düşünceleri çocuklarına da yansır ve onlar da Jane'i benimseyemez ve türlü eziyetler ederler. Bu eziyetler zaten hassas, kırılgan bir çocuk olan Jane'in hem ruhunu hem de bedenini yaralar. Jane bu gördüğü muameleler yüzünden hasta olduğunda bir doktor eve çağırılır ve bu doktor Jane'nin Lowood okuluna gitmesine vesile olur. Mrs. Reed Jane'in evden uzaklaşacağından dolayı doktorun önerisini seve seve kabul eder.

Lowood okulu birçok yaştan kızı her yönden -resim, edebiyat, dikiş, nakış, dil- eğitmek için etraftaki zengin ailelerden toplanan bağışlarla dönen bir kurumdur. Jane burada çok şeyle sınanır, birçok zorlukla karşılaşır ama Jane bu zorlukların çoğundan kendini bir üst noktaya çıkaran fikirler, duygular öğrenmiş ve bakış açıları edinmiştir. Kendisini çok çalışmakla eğitmiş, artık yetkin, ayakları yere basan, ilkeli, gururlu, istemediği durumlar karşısında boyun eğmeyen bir genç kızdır.Bu özelliklerin Jane'in hayatını yönlendirmede etkisi büyüktür. Öğrenim görmeye diye geldiği bu okulda artık o bir öğretmendir. Okulun tek iyi yanı olan biricik öğretmeni evlenip okuldan ayrılınca Jane için burası artık katlanılmaz bir yer olur. Hayatında yeni maceralar, farklılıklar, onu hayat hakkında büyütecek ve geliştirecek yeni ortamlar arzu eder. Okuldan ayrılmanın yollarını arar ve mürebbiyelik yapacağına dair gazetelere ilan verir böylece Thornfield malikanesinin kapıları Jane için açılır.

Jane'i orada bekleyen sadece minik öğrencisi değildir, hayatının aşkıyla da burada karşılaşır. Çevresince huysuz, aksi, çirkin vs. diye tanımlanan konağın sahibi Bay Rochester için Jane, ruhunu saran kasvetten kurtaran bir güneş gibidir. Birbirlerini zıtlıklarla tamamlayan aşıkların önündeki engel yüzünden Jane biricik aşkından çok uzaklara savurur kendini. Gittiği yerde yeni bir hayata, mesleğe, onu seven insanlara, maddi güce sahip olsa da aklı geldiği yerde, efendisindedir.
Jane'i bu noktada çok önemli bir yol ayrımı bekler. Ya aşk ve sevgiden uzakta bir evlilik yapıp mutsuz bir hayat sürecek ya da kendi tabiatına uyup kalbinin sesini dinleyecek.

Jane'nin aklıyla kalbi arasında kaldığındaki dik duruşu beni çok etkiledi. Böyle bir durumda olsam ne yapardım diye düşündürdü. Salt kalple sevmenin ne olduğunu Jane okuyuculara epeyce hissettiriyor.
Anlatımı sizlere de okumak için bir şeyler kalsın diye burada bitiriyorum. Jane'i anlatmak da okumak kadar keyifli. Roman kahramanımızdan ayrılacağım için pek üzgünüm ama her güzel şeyin bir sonu vardır.

Kitap; edebiyat dünyası, o günün şartları ve günümüz için dahi önemli bir yapıt. Okumanızı öneririm, şimdiden iyi okumalar.


"Tanrının her yerde olduğunu biliriz; ama O'nun varlığını en çok, yapıtlarını gözlerimizin önünde bütün görkemiyle gördüğümüz zaman duyarız. Gecelerin bulutsuz göklerinde. O'nun yarattığı dünyaların sessiz sedasız dönüp savrulduklarını seyrettikçe Tanrı'nın sonsuzluğunu, sonsuz kudretini, her yerde varoluşunu en açık biçimde algılarız." (Sayfa 454)

"İnsan yaradılışı kusurludur. En parlak yıldızların bile üzerinde lekeler vardır. Miss Scatcherd'inki gibi gözler yıldızların parlaklığını görmezler de ancak bu ufak tefek lekeleri seçerler." (Sayfa 97)




Doğu Yolculuğu/Kitap Yorumu

    "Hayatımı ona yeniden bir anlam katarak kurtarmak istiyorum."


Yazar: Hermann Hesse
Çeviri: Zehra Aksu Yılmazer
Yayınevi: Can Yayınları
Sayfa Sayısı: 77
H.H isimli karakterimiz bir parçası olmanın zor olduğu yüce amaçlar için kurulan bir Cemiyetle Doğu Yolculuğuna başlar. Herkes ayrı hayaller ve istekler için aynı yolda ilerler. Günler, geceler geçtikten sonra Cemiyetin en sadık hizmetkârı olan Leon ortadan kaybolur. Bunun ardından başta H.H olmak üzere birkaç kişinin daha Cemiyete ve bu yolculuğa olan inancı sarsılır. H.H bu durumun yanı sıra aradığı şeylerden ve kendine olan inancından da şüphe duymaya başlar ve en nihayetinde dayanamayıp Cemiyetten firar eder.

Cemiyetten ayrılmıştır ama hatıraları hep onunladır. Yaşadıklarını, hislerini ve yolculuğunu unutmamak, öyküsünü geleceğe taşımak adına kitap yazmaya karar verir;  ama her anı, her konuşma bölük pörçüktür. Hizmetkâr Leon ile karşılaşmasıyla o günlere dair anılar bir vücut bulmuş gibi karşısındadır artık. İşte bu noktada H.H kendini bir tür iç hesaplaşmada bulur.

Evet bu kısacık ama muazzam bir kalemle yazılmış öykünün konusu böyleydi. Doğu Yolculuğu belki de Hermann Hesse'nin diğer kitaplarına göre bir karakterin arkasına saklanma gereği duymadan kendinden bahsettiği bir öykü. İnancını sorgulamada kendi mahkemesine çıkıp kendini yargılayıp ve en sonunda kendini affetmesiyle gerçek düşüncesine kavuşmasının anlatısı bu.
Yazar kafasındaki karışıklığı eserine öyle iyi yansıtmış ki okurken ben de bir o yana bir bu yana savruldum. Onunla geçmişe gidip şimdiki zamana döndüm. Enfes bir anlatımla hatıralarına olan saygısından ve sevgisinden dolayı onları bir şekilde korumayı kendine yaşama amacı edinmiş bu adamla ben de yolculuktaydım sanki.
Her zaman söylediğim gibi çeviri yeterince iyi değilse kitaplardan alacaklarımız, yazarın anlattıkları hep bir eksik hep bir yarımdır. Zehra Aksu Yılmazer en karmaşık duyguları bile en anlaşılır haliyle bizlere sunmuş. 

Doğu yolcuğu, hayatımda güzel bir tattı. Okumanızı öneririm, şimdiden iyi okumalar.

"Belki de insanın yaşantı açlığından sonraki en büyük açlığı unutma açlığıdır." (Sayfa 41)


"İnsanın bir başkasını, hatta sırf kendini bile tanıması mümkün mü ki?" (Sayfa 51)

"İnsan yaşamını kavramaya ve haklı çıkarmaya yönelik her ciddi denemenin sonucu umutsuzluktur. yaşamın üstesinden erdemle, adaletle, sağduyuyla gelmeye yönelik her ciddi denemenin sonu umutsuzluktur." (Sayfa 70)

Dizi Yorumu: Coupling

Tür: Komedi
Senarist: Steven Moffat
Yönetmen: Martin Dennis
Yapımı: 2000-2004/ İngiltere
Dizi izlemeye uzuuuun bir ara vermiştim. Taa ki Coupling'le tanışana kadar. Bu kadar geç keşfettiğim için üzülüyorum. İngiliz BBC kanalı tarafından hazırlanmış dizi dört sezondan oluşuyor. Steve, Susan, Jeff(Favorim, en çok ona güldüm), Sally, Patrick ve Jane adlı altı kişilik arkadaş grubunda bence bizler için de yer var. Çünkü senarist her birinin karakterini diziye çok iyi yedirmiş, hiçbir karakter ve özelliği gerçek hayatta karşımıza çıkmayacak olanlardan değil böylece bu birbirini tamamlayan arkadaş grubunda biz de yerimizi alıyoruz :)

Durum komedisi de diyebileceğimiz dizi, bu arkadaş gurubunun başından geçenleri bizlere yansıtıyor. Kadın-Erkek ilişkileri, hayata dair bilinmezlikler ve anlaşmazlıklar işin içine komedi ve kaliteli replikler katılarak konuşuluyor.
Bölümlerin içinde olaylara kızların ve erkeklerin nasıl yaklaştığı ve nasıl düşündüğü de yer alıyor ve biz de bu sayede her iki tarafın da bakış açısına hakim oluyoruz. 
Farklı bakış açılarıyla tanışmak, kendi düşünceni sorgulamak. İki insanın hem ayrı hem de birlikte ne kadar mükemmel olabileceğini görmek. Bence dizinin en hoş kısımlarından biri de bunlardı. Üstelik kahkahalar eşliğinde :) 

İzlerken hoş vakit geçirebileceğiniz bir dizi olduğunu düşünüyorum, izlemenizi öneririm. Şimdiden iyi seyirler.